Tarihçesi
Kahvenin kökeni Arap yarımadası olarak bilinir. İlk bilgiler 10. yy’da bir Arap doktoru olan Rhazes’e uzansa da, kullanım MS 575 yıllarında başlar. Bazı araştırmacılara göre kahve adının kahvenin üretim beşiği olan Güneybatı Etiyopya’nın Kaffa şehriyle ilgisinden geldiği tahmin edilmektedir. Farklı düşüncelere göre ise Arapçada şarap anlamında kullanılan kahva zamanla “kahve”ye dönüşür. Kahve, Yemen’den Mekke ve Medine’ye oradan 15. yy. sonunda seyyahlar vasıtasıyla İran, Mısır, Türkiye ve oradan Avrupa ülkelerine yayıldı.
Kahvenin Osmanlı İmparatorluğu’na gelişi konusunda iki rivayet vardır. Birincisine göre, 1554 yılında Suriyeli iki girişimci tarafından İstanbul’a getirilir. Diğer rivayete göre Yemen Valisi olan Özdemir Paşa kahve çekirdeklerini İstanbul’a getirir ve onun sayesinde saray kahveyle tanışır. Saray teşkilatına “kahvecibaşı” tahsis edilir. Günden güne daha fazla önem arz ediyordu ki, padişahın içeceği kahvenin suyu bile özel olarak Eyüp tepesi civarındaki Gümüşsuyu’ndan getiriliyordu.
İstanbul'un şehir hayatına kahvehanelerle damga vuran kahve, bir sokağa da kahve pişirilen yer anlamına gelen Tahmis kelimesiyle adını verdi. İstanbul'a yolu düşen tüccarlar ve seyyahlar gerekse Osmanlı elçileri sayesinde Türk kahvesinin ünü başka diyarlara ulaştı.
Osmanlı’nın Fransa’ya 1669’da elçi olarak atadığı Kolbaşı Müteferrika Süleyman Ağa’ydı. Süleyman Ağa ile ilk kez bir Osmanlı erkeğini gören Avrupalılar, süpergücün temsilcisi olan bu kişiye daha yakın olabilmek, hatta ona benzemek için birbirleriyle adeta yarıştı. Fransa Kralı XIV. Louis bile buna kendini kaptırmış olacak ki Süleyman Ağa’yı elmas süslü bir kıyafetle karşıladı, onuruna eşi benzeri görülmemiş bir davet verdi. Kralın düşük rütbesini sonradan öğrendiği Osmanlı elçisini mutlu etmek için yaptıkları o kadar gülünçtü ki Moliere ‘Kibarlık Budalası’ isimli eserini bu olayı anlatmak için yazdı. Sohbetiyle herkesi kendine bağlayan Hoşsohbet Nüktedan Süleyman Ağa sayesinde Fransızlar Türk kahvesiyle tanıştı.
Kahvehane kültürünün batıya taşınmasıyla ilgili bir rivayette de Osmanlı’nın Avusturya ile olan sık münasebetleri sırasında (Muhtemelen Viyana kuşatması esnasında) tercümanlık göreviyle Osmanlı çadırında bulunan Leh Yahudisi Kolschitzky, kahve ile burada tanışır ardından Osmanlı’dan alınan ganimetler arasında herkesin deve yeme zannetiği kahve çuvallarını satın alarak bugün Viyana’nın yerel kahvesi olarak bilinen Melange kahvesini bulur ve şehirde ilk kahvehaneyi açar.
Sanatçılarla dolup taşan kahvehaneler ve kahvenin ilham verdiği eserlerle kahve tam bir kültür halini alır. Bir kültürün yanında ayrıca ticari bir kaynak da olan kahveye İstanbulda alışmış 5 ortak Üsküdar Kurukahvecisini kurarak işin başına geçerler, çiğ kahveyi kavurup özel değirmenlerde öğüterek müşterilerine hazır olarak satmaya başlar. Böylece Sakaryada taze kavrulmuş, kahvenin kokusu da çevreye yayılır. Kahveyi öğüterekhazır olarak kahveseverlere sunan Üsküdar Kurukahvecisi hizmet anlamında büyük atılımlar ile misafirleriyle buluşmuştur.
Türk Kahvesi |
---|
Tarihçesi |
Hazırlanışı |
Faydaları |